5 Kasım 2009 Perşembe
tarihi bir gün...
4 Kasım 2009 Çarşamba
arayı açmak ya da kapatmak?
21 Ekim 2009 Çarşamba
harun bey amca
ilkokul yıllarım. tek katlı, incir, vişne, erik, akasya ağaçları ile bezenmiş yemyeşil bir bahçe içinde, kutu gibi küçücük, yanyana yerleştirilmiş lojmanlarda oturuyoruz. ağabeyim ve onun arkadaşları ile sokaklarda haylazlık en büyük zevkim. bebekli oyunlar ve kızlarla evcilik daha o zamandan tarzım değil.
bir de okuma tutkusu var içimizde. onda da annemizin payı büyük. her gün bir kitap felsefesi ile sürekli kitap alıyor, nerdeyse kitapla besliyor bizi gün be gün. bu okumalar arasında en çok rağbet gören yazarlarımızdan biri enid blyton. diğeri ise can yayınlarından bir sürü çocuk kitabını okuma şansına eriştiğim behrengi. behrengi başka bir yazının konusu olsun. dönelim enid blyton'a. iki temel çocuk kitapları serisini hatırlıyorum bu teyzenin (ki o yıllarda erkek olduğunu sanırdım kendisinin): gizli yediler ve afacan beşler. niye olduğunu şu an hatırlayamıyorum ama afacan beşler serisine daha büyük bir sempati duyuyordum o yıllarda. kitapların içeriğini de hatırladığımı söylersem yalan olur. karıştırma şansım da yok şu an bu kitapları. zira bir delilik anında olsa gerek, tüm çocukluk kitaplarını kutulara doldurup sattık abimle yıllar önce. yani karıştırılıp bakılacak bir blyton kitabımız bile yok elimizde maalesef.
buraya yazdım, kalacak. belki bir gün çocukları ile paylaşırım bu yazıyı, kimbilir...
20 Ekim 2009 Salı
fareler...
19 Ekim 2009 Pazartesi
metro treni nereye gider?
15 Ekim 2009 Perşembe
bahanenin bini bir para... seç, beğen, al...
önce bahanelerin kullanım klavuzunu vermek lazım: aşağıdaki her bir bahane bir güne aittir. aynı bahane bir günden fazla kullanılmamış olup, her sabah yeni bir bahane üretilmesi başarılmıştır. her bir bahane uykudan uyanır uyanmaz üretilmiş olup, kreşe hazırlık süresi boyunca kırık plak gibi gözyaşları arasında ve salya sümük onlarca kere tekrar edilmiştir. tüm bahanelerin telif hakkı bizzat deniz’e aittir. kullanmak isteyen yeni kreşe başlamış arkadaşlara ilanen duyrulur!
- çok uyuyalım çok uyuyalım, hiç uyanmayalım, anne!
- hava aydınlanmasın, güneş doğmasın, biz okula gitmeyelim, anne!
- pijamalarımı çıkarma, üşüyorum, anne!
- çok tatil olsun, anne!
- çok oynayalım, anne!
- babam işe gitsin, sen gitme, anne!
- annem işe gitsin, sen gitme, baba!
- ben evde kalıyım siz işe gidin, baba!
- bana anneannem baksın, anne. (ki normal şartlar altında iki saatten fazla bizsiz anneannesinde kalmak istediği vaki değildir)
- beni okulda yalnız bırakma, dövüyorlar, anne (bir anne olarak kendimi ne kadar kötü hissedebileceğimi düşünün.)
- bana istediğim hiçbir şeyi vermiyorlar, anne! (ya buna ne dersiniz: paso aç-açık kalıyor filan sanırsınız!)
- orada ağlayan çocuklar var, anne! (sanki kendisi hiç ağlamıyor da, başkaları bizim arkadaşı rahatsız ediyor.)
- ben okulda çok sıkılıyorum, anne (ki bizim açık hava, koşu ve aktivite canavarı için gerçekten doğru bir nokta. tam isabet kaydettiği için de bu konu öğretmeni ile ayrıca konuşuldu.)
son günlerde ortaya çıkan ve alışma belirtisi olarak algılanabilecek daha stratejik bahaneler:
- okula gidelim ama zili çalmayalım, baba!
- zili çalalım ama kapıyı açmasınlar, baba!
- okula araba/taksi v.b. ile gitmeyelim, yürüyerek gidelim, baba! (ki bu sabah babasıyla elele okula gittiler... maceralarını akşama dinleyeceğim...)
bakalım önümüzdeki günler daha hangi yaratıcı fikirlere gebe....
bu konuyu daha sonra konuşuruz!
bu aralar ailecek yaşamakta olduğumuz geçiş döneminde maalesef küçük kuzuma da bazı fedakarlıklar düşüyor. 2,5 yaşında tam zamanlı olarak bir kreşe gitmek gibi...
içim kan ağlıyor her sabah miniğimin gözyaşlarını ve hırpalanmasını gördükçe, ama taviz vermeden yola devam ediyoruz. aldığım tavsiyelere göre taviz yok, hatta "okul"la ilgili konuşmak da yok. konuyu açmak istediğinde "bunu daha sonra konuşuruz" şeklinde geçiştiriyorum her seferinde. eee, bizim yumurcak da durur mu, bu öğrendiği yeni kalıbı kullanacak hemen tabiii. kreşte öğretmeni çişin geldi mi babında temel bir soru sormuş bizimkine geçenlerde, tabii almış hemen cevabını: "bu konuyu şimdi konuşmak istemiyorum, daha sonra konuşuruz! "
14 Ekim 2009 Çarşamba
kafa travması
6 Ekim 2009 Salı
sonbaharı yazmalı...
öyleyse başlayalım:
dün akşam uyku öncesi kitabımızı okuyoruz. konumuz mevsimler. sonbaharı gösteriyorum deniz'e, sararmış yapraklarıyla güzel bir ağaç resmi fonumuz. "anne, o sonbahar değiiil" dedi kendinden emin bir şekilde. bir taraftan da eliyle yaprakları dökülmüş ağaç fonlu kış fotosunu gösteriyor. "işte sonbahar bu!" sonra da neden sorusuna cevap olarak patlattı cümleyi: "çünkü sonbaharda ağaçların yaprakları dökülüüür..."