4 Kasım 2009 Çarşamba

arayı açmak ya da kapatmak?


kalması için yazmayla arayı epey açtım bu günlerde. hemen telafi etmek lazım...


siz kendi hayatınızla meşgulken biz;


iki şiddetli grip atlattık: birini deniz birini ben olmak üzere. hatta üç gün rapor bile verdi bana daire doktorumuz, sağolsun. domuz gribine teşekkür mü etmeli bilmem, öyle öcü gibi gösterildi ki bu grip çeşidi, bu sayede (ya da bu yüzden mi demeliyim) her gribe ölümcül vaka muamelesi yapıyor doktorlar.


bir hafta domuz gribi sebebiyle zorunlu kreş tatili haftası yaptık. ki bizim bücür tarafından kutlu doğum haftası ile aynı heyecan ve sevinçle kutlandı evimizde bu hafta. tabii sonra kreşe dönüş kısmı bir facia oldu bizim için. bugün kreşin tekrar başlamasının üçüncü günü ama yaratıcı bahanelerle kreşe gitmekten kaçınma durumumuz aynı kararlılıkla sürüyor! bu sabah "beni okula gönderme: okulda çok koşuyorum, çok koşuyorum, terliyorum, sonra öksürüyorum" dedi adam ya! bir annenin vicdanına ancak bu kadar azap çektirilebilir sabah sabah...


kutlu kreş tatili haftamızın ikinci günü şiddetli bir ishal atlattık. ardından bir yarım günümüz hastanede tahlil için kaka yapmaya çalışmakla geçti. bizim kuduruk gece sabaha kadar beş kere su gibi bir maddeyi kaka niyetine vücudundan çıkarmış olmasına rağmen, hastanenin aciline gittiğimiz sabah saatlerinden akşamın dokuzuna kadar bir daha kaka yapmadı. ayrıca doktoru deniz'in hasta olduğuna inandırmak da mümkün olmadı. çünkü bizimki bütün geceyi doğru dürüst uyumadan lazımlık tepesinde geçirmesine rağmen, sabahın köründen öğlen saatlerine kadar hastane koridorlarında ordan oraya koşturup, doktor beni iyileştirsin sonra evimize gidelim lay lay looom modunda gezindi. bir gece önce yaşadıklarım benim hayalimin bir ürünü müydü acaba oldum en sonunda... ama ciddi bir şey çıkmamasına rağmen ishalimiz bir hafta sürdü, çünkü doktorumuzun önerdiği babaanne diyetine başlayamadık bir türlü.. hatta evimizde normalde bol bol gayet sağlıklı sebze ve et yemekleri pişirmeye dikkat ederken, o hafta gelsin lahmacunlar gitsin kebaplar, kendimiz şiş kebap olduk. pirinç lapası ve haşlanmış patatesle diyet yapılması lazım ya... ne ayıp, olur mu hiç!


bu 29 ekim cumhuriyet bayramını da yurdumuzda kutladık. dış temsilcilik törenine katılımımızı bir başka (son)bahara erteledik...


deniz'e ilk goretex trekking ayakkabısını aldık. karda, kışta, açık havaya çıkabilecek dilediği gibi. genlerinden mi geliyor nedir, ayakkabılarını çok sevdi, defalarca giydi giydi çıkardı adam ayakkabıları aldığımız günden beri...



bir haftasonu kaçamağı için (inşallah) istanbul'a gitmek üzere tren biletlerimizi aldık. üstelik hızlı trene bineceğimiz için çook heyecanlıyız... anılarımız (inşallah) dönüşe.... bu "inşallah" üzerindeki vurgu da bel fıtığı konulu bir başka yazının konusu olsun...


bu arada da montessori eğitimine kafayı taktık. bu özel eğitim metodunu öğrenmek için epey bir okuduk. tabii evin didaktik annesi olarak en çok da ben. evde bol bol montessori aktivitesi yaptık. resimler çizdik, kağıtlar kestik, bol bol boyama ve elişi çalışması yaptık. aklım gide gide deniz'in eline makas vermem de ayrı bir terane ya, bol bol makas kullandık. evdeki kuru fasulye, mercimek gibi bilimum bakliyatla oyunlar oynadık. marakas yaptık, davul çaldık, dans ettik.

montessori eğitiminde önemli bir yeri olan mutfak aktivitelerini özellikle çok sevdi deniz. zaten birlikte kek yapıyorduk. aktivitelerimiz arasına portakal suyu sıkmak ve yemek yapmayı da ekledik. özellikle de "gerçek" bir bıçağı eline verdiğimde deniz'in yüzündeki mutluluğu görmeniz lazım. kesiyor, doğruyor. ben ise aklım gide gide kendimi tutuyorum, yapabilir diyorum, evet bunu yapabilir... haftasonu örneğin birlikte mantar yemeği yaptık. mantarları yıkadı, kesti, tencereye koydu. bana da soğanını kavurup, yemeğin pişmesini beklemek kaldı. yakında ütüye de başlatmayı düşünüyorum kendisini ;-)))


deniz'in has adamı yoldaş'ı misafir ettik. güzel bir hamsi gecesi yaptık. rakıları, sütleri içip, içip halay çektik. deniz çok eğlendi...


dayısı, kuzeni ve yengesiyle çok güzel bir akşam yemeği yedik. büyük akvaryum belgeselini (abd'de tennessee'de mukim dünyanın en büyük akvaryumunu anlatan bir belgesel cd'si olur kendisi) 15. defa (abartmıyorum belki de şimdi 30'u bulmuştur izleme sayısı) izledi. kuzeni ege'nin hediyesi sünger bob pijamasını giydi ve hayatında ilk kez birisi ile aynı kıyafeti giymiş oldu. birbirlerine sarılıp, poz vermeleri beni darmadağın etti. bir çocuk için kardeşin güzelliğini görüyor insan ikisinin arasındaki kavga-dövüş-sevgi-paylaşma ilişkisini izledikçe. dilerim hep böyle yakın olurlar birbirlerine.


sözün özü: bizimki bu aralar da görerek, yaparak, eğlenerek, sevgiyle büyümeye devam etti...













Hiç yorum yok: